“Bilinmeyen hallere kahverengi nirengi, meşrubatlar
içinde, kahve Leyla’nın dengi” diyor şair.
Haksız da sayılmaz: 500 Yılı aşkın tarihi, Türklere münhasır
hazırlanışı ve sunumuyla kültürümüzde önemli yeri olan Türk kahvesi, hemen
hepimizin vazgeçilmezleri arasında ilk sıralarda yer alır. Pişerken kokusuyla
adeta ruhumuzu esir alır, çoğu zaman dinlenme vesilesi, sohbet bahanesidir.
Ancak, Unesco’nun insanlığın somut olmayan kültürel mirası
listesine girerek, “Türk kahvesi” adıyla ilk uluslararası markamız haline
gelmiş, ritüelleri ile sosyokültürel tarihimizin en özel unsurlarından birisi
olan kahvemize yeterince sahip çıkmadığımızı düşünüyorum.
Türkler kahve ile ilk kez, 16. Yüzyılda, padişah Kanuni
Sultan Süleyman döneminde, Yemen valisi Özdemir Paşa’nın, o topraklarda tanıyıp
çok sevdiği bu bitkiyi İstanbul’a saraya göndermesiyle tanışmıştır. İlahi
kokusu ile ruhları saran, canlandırıcı tadı ile zihne ve bedene hayat katan bu
içecek, saray çevreleri tarafından büyük kabul görmüş ve bu alışkanlık bir
zaman sonra halka yayılmıştır. Dönemin şeyhülislamı Ebussud Efendi,
“kahvehanelerde kahve içilirken fitne fücur edildiği” ve bu içeceğin mey ve
tütün benzeri bağımlılık yaratması nedeni ile “içilmesinin vacip olmadığına”
dair bir fetva yayınlanmışsa da, kahve alışkanlığının yayılmasına engel
olamamıştır.
Ancak Sultan 3. Mehmet döneminde Şeyhülislam Bostanzade
Mehmet Efendi, kahvenin beden ve zihin sağlığına olan yararlarını da anlattığı
şiir formatında uzun bir fetva ile kahveyi Osmanlı toplumunda dinen ve hukuken
serbest bırakmıştır.
Bu süre içerisinde kahve kültürü, Osmanlı’nın sosyal
hayatına geri dönülemez bir biçimde entegre olmuş ve hatta “kahveden önce
yenilen öğün” manasında kahve-altı, “kahvaltı” kelimesinin dahi doğmasına sebep
olmuştur.
Osmanlı Toplumunun kahve ile ilk tanıştığı ve çabucak
meftunu olduğu o dönemde, Yemen’den gelen yüksek kaliteli kahve çekirdekleri
ile hazırlanan Türk kahvesinin şimdilerde yerini, batının hatalı bir tür olarak
kabul ettiği ve kesinlikle rağbet etmediği, düşük kaliteli Brezilya
çekirdeklerine bırakması, bu eşsiz ürüne yapılmış en büyük haksızlıktır.
Bir Türk alışkanlığı olarak tanıdıkları kahveyi benimseyen
ve geliştiren batılılara karşın, bizler, kahveyi yozlaştırmış, bununla da
kalmayıp, halkımızı bu kusurlu ürün ile hazırlanmış kahveye alıştırarak
damaklarını kirletmişiz.
Pekala zaman içerisinde bu haksız çekirdeğin Türk
kahvesinin başlıca çekirdeği haline gelmesindeki sebepler nelerdir?
İlk sebep, tabii ki ekonomik olması; çok ucuza mal edilen bu
kalite yoksunu çekirdek, düşük maliyeti sebebiyle her
İkinci önemli sebep ise yetiştiği bölge ve işlenme şeklinden
dolayı düşük asiditeye sahip olması ve kavurmak için çok fazla bilgi ve tecrübe
gerektirmemesiydi.
Oysa ki teknik olarak, tıpkı Espresso ve Filtre kahvede
olduğu gibi her kaliteli Arabica çekirdeği ile Trük Kahvesi yapılabilir. Önemli
olan çekirdeği tanımak ve doğru profilde kavurabilmektir.
Son dönemde popüler olan yeni nesil kahvecilerin birçoğu
Türk kahvesi denildiğinde burunlarını kıvırırken, küçük bir kısmı ise kaliteli
çekirdeklerden Türk kahvesi denemeleri yaparak dünyanın ismiyle kabul ettiği
Türk kahvesini daha ileri taşımak sorumluluğunda üzerine düşeni yapmaya gayret
gösteriyor.
İnsanımızın uzun süreçte duyusal hafızasına kazınmış topraksı
tat ve iyot kokusunun yerini florar ve meyvemsi aromalara bırakması hızlıca
gerçekleşmesini beklediğimiz bir süreç olmasa da, bu nefis kokulu kültürel
mirası özüne döndürebilmek için emek harcayan bizim gibilerin sabrının ve
zamanının olduğunu düşünüyorum.
Gelelim en önemli konuya: Aslına uygun Türk kahvesi nasıl
hazırlanmalıdır?
Kahveyi hazırlarken kullanılan çekirdeğin menşei her ne
olursa olsun, tüm dünyanın kabul ettiği ve kullandığı bize ait bu pişirme
metoduna uygun şekilde kavrulmuş olmalı, ince öğütülmeli, soğuk su ile
pişirilmelidir.
Küçük ve ince porselen fincanda, yanında su ile servis
edilmelidir. Kahvenin yanında servis edilen suyun ki bu alışkanlık da dünya
kahve kültürüne Türklerin yaptığı bir katkı olarak kabul edilmelidir. Kahve ile
birlikte servis edilen suyun iki ayrı amacı vardır: İlki kahvenin tadını daha
iyi alabilmek için kahveden önce bir yudum su ile ağzı temizlemek, ikincisi ise
kafeinin bedende tükettiği suyun yerini alarak dehidrasyonun önüne
geçmektir.
Ancak geleneksel olarak Türk kültüründe, kahve ikram edilen
misafirin öncelikle kahveye değil de suya rücu etmesi halinde, aç olduğu ancak
bunu ev sahiplerine ifade edemediği kabul edilir. Bu durumda, bir bahane ile
kahve kaldırılarak aç olan misafire sofra hazırlanır.
Kahve ise daha sonra, yemek üzerine hazmettirici olarak
içilir.
İyi bir Türk kahvesi hazırlamak için yapılması gerekenlerden
biri de kahveyi mümkünse bakır cezvede düşük ateşte pişirmektir. Ticari
işletmelerde, aynı anda, çok sayıda siparişe cevap verebilmek adına, son
dönemde Türk kahvesi için imal edilmiş makineleri de “ticari kaygılar” nedeni
ile, belki kabul edebilirim.
Ancak, kaynar suyun içine atarak veya espresso makinesinin
buhar çubuğunu kullanarak yapılan kahveye ise Türk kahvesi denmesini esefle
kınıyor, bunu yapanları Türk Kültürüne ve kahve adabına karşı derin bir gaflet,
delalet ve hatta hıyanet içerisinde bulunduğuna inanıyorum.
Tadı, kokusu, ritüelleri ile Türk
kültürünün vazgeçilmez bir öğesi ve manevi mirasımız olan Türk kahvesinin
korunması, geliştirilmesi ve global çerçevede hak ettiği şekilde temsil
edilmesi en büyük görevlerimizden biri olmalıdır. Hangimiz istemeyiz ki
Champs-Elysées’de, Roma’da Coloseum’a karşı bir kafede oturup espresso veya
filtre kahve yerine bir fincan Türk kahvesi sipariş edebilmeyi…
Lütfen
Bekleyiniz